Not Defteri

Not Defteri Hakkında

Latince’de “söz uçar, yazı kalır” (Verba volant, scripta manent) diye bir deyiş vardır. İnsanın zihnini meşgul eden düşünceleri kayda geçirmesi hayati öneme sahip. Bu düşünceler kimi zaman bir dost sohbetinde, kimi zaman tv’de tartışma programı izlerken, kimi zaman bir konferansta, otobüste, uçakta ya da pazar yerinde beliriyor insan zihninde. Bir kısmını en yakınımızdaki kağıt parçasına not etmeye, bir kısmını da sosyal medya mecralarında paylaşmaya çalışsak da büyük kısmı uçup gidiyor düşüncelerimizin. İşte bu sebeple ‘Not Defteri’ başlıklı bu sayfada farklı zamanlarda ve mekanlarda düşündüklerimi, merak ettiklerimi, ruh halimi, hissettiklerimi ve yaşadıklarımı kayıt altına almak istedim. Bu amaçla hazırladığım birbirinden farklı konulardaki notların kimisi bir cümle uzunluğunda, kimisi bir paragraf, kimisi iddialı, kimisi sıradan…


Ve başlayalım…

İnsan fikirsel anlamda olgunluğa 35 yaş civarında ulaşıyor. Fikirsel olarak olgun bir yaş ve aksiyon için genç bir yaş. (6 Nisan 2024)

*****

Çocukluğa dair pek çok hatıranın yaşayan tek tanığı kalmak, insan hayatının en travmatik durumlarından biri. (25 Şubat 2024)

*****

Kişinin otorite (siyasetçi, idari amir v.b.) ile kurduğu ilişki, kişiliği hakkında önemli ipuçları veriyor. Kişinin kendini otoriteyle özdeşleştirme çabası, otoriteyle aynı kareye girme telaşı ve otorite karşısındaki abartılı saygı hâli, çok ciddi bir ‘zayıf kişilik’ belirtisi. (17 Şubat 2024)

*****

Bugünün önemli sorunlarından biri, tek tek bireylerin ‘toplumsal iyi’ için kaygılanmaktan artık vazgeçmesi (ya da toplumdan ümidini kesmesi). Artık herkes, (muhtemelen de haklı sebeplerle) sadece kendi geleceği için kaygılanan atomize bireylere dönüşüyor. Toplum yok oluyor. (2 Şubat 2024)

*****

İşverenlerin “Maaş artışını beğenmiyorsan kendine yeni bir iş bul.” hoyratlığı, yasalar yoluyla ellerinden alınmalı. Çoğu işveren, verdiği maaşın çalışanlar için bir lütuf olduğunu düşünüyor. Kendi varlıklarının da çalışanların emeğine bağlı olduğunu sık sık hatırlatmak lazım. (1 Şubat 2024)

*****

Ülkenin sınırlarının dışı üzerine konuşmak-yazmak, pek çok siyaset bilimci için içeride olup bitenler hakkında tek laf etmemenin bahanesi olmuş maalesef. Ülkenin meseleleri ile ilgili kör ve sağır taklidi yapmak istiyorsan bir ülke bul. Sabah akşam onun hakkında konuş, yaz, çiz. (31 Ocak 2024)

*****

İnsanların şöminelere ilgi duymasına şaşırmamalı. Zira ateş, her an kendini gerçekleştiren bir performans sanatı… (29 Ocak 2024)

*****

Kolay yoldan köşeyi dönme kültürü kadar, bu kültürü ortaya çıkaran siyasi ve toplumsal yapıya da bakmak gerekir. Dikey hareketliliğin kısıtlı olduğu, sınıf atlamak için yasadışılığın göze alındığı, siyasi ilişkilerin liyakatten daha muteber olduğu her düzen bu kültürü yaratır. (27 Kasım 2023)

*****

Nereye bakıldığından daha önemlisi, nereden bakıldığıdır. Bulunulan zeminin sağlamlığı, tavrın/hareketin sağlamlığını da belirleyecektir. (22 Kasım 2023)

*****

İnsanın ne’liğini, itiraz ettikleri belirler. (20 Kasım 2023)

*****

Yanlış yöntemlerle doğru sonuçlara ulaşılmaz. (8 Ekim 2023)

*****

Burjuva kültürünün bir aileye yerleşmesi için birkaç nesil gerekir. Her zengin, burjuva kültürüne sahip değildir. Son 10 yılda zengin olmuş sonradan görme zenginlerin paçoz kültürü bunun kanıtı. Evlerinin dekorasyonundan Instagram hikâyelerindeki hâl ve hareketlerine kadar… (1 Ekim 2023)

*****

Kurumsal körlük, Türkiye’deki tüm siyasi partilerin DNA’sına işlemiş durumda. Partilerin merkez yönetimleri, genel başkan etrafındaki çekirdek bir grubun çizdiği gerçekdışı tablonun ötesinde, toplumun kanaatleriyle ilgili hiçbir esaslı değerlendirme ve özeleştiri yapamıyorlar. Türkiye’nin demokrasi alanındaki kronik sorunlarını çözmeye niyetlenen tüm siyasi partilerin, öncelikle parti içi demokrasi sorununu geride bırakmaları gerekiyor. (10 Eylül 2023)

*****

Hukukun üstünlüğü, her bir vatandaş tarafından taviz verilmeksizin sahip çıkılması gereken bir ilkedir. Söz konusu hukukun ise evrensel hukuk ilke ve değerlerini esas alması ve başta ifade hürriyeti olmak üzere temel insan hak ve özgürlüklerini garanti altına alması gerekir. (11 Mayıs 2023)

*****

Eleştiri hakkı sadece ‘eleştirilmesi kolay olanlar’ için kullanırsa, eleştirelliğin ciddiye alınacak bir yanı kalmaz. (12 Nisan 2023)

*****

Popülizm, demokrasiler için en tehlikeli virüstür. (29 Aralık 2022)

*****

Popüler düşünceler ünlerini isabetliliklerinden çok sansasyonelliklerine ve 200 sözcüğü aşmayan bir kelime haznesiyle ikna edici olabilmelerine borçlular.” diyor Yalın Alpay. Tam da bu yüzdendir ki popüler düşünceler entelektüel olgunluğa ulaşamamış geniş kitleler arasında çok taraftar bulur. Popülist söylemlerin demokrasilere verdiği zarar da bundan kaynaklanmaktadır. (25 Ekim 2022)

*****

İnternet teknolojisi ortaya çıktığında kitlelerin bilgi ve kültür seviyesine önemli katkı sağlayacağı öngörülüyordu. Fakat tam tersi oldu. İnternet ortamında görgüsüz ve kültürsüzlerin sayıca fazlalığı, toplumların internet yoluyla bayağılaşmasına ve varoşlaşmasına sebep oldu. Bu, tıpkı 1950’lerden itibaren büyükşehirlere göçenlerin kent kültürünü içselleştirmek yerine kentleri gecekondulaştırmasına ve varoşlaştırmasına benziyor. Göç edenler hiçbir zaman ‘kentli’ olamadı fakat büyükşehirler hızla varoşlaştı. Son dönemde ortaya çıkan sanat düşmanı keko rap kültürünü, sosyal medya apaçilerini ve Tiktokçuları da bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor. Toplum hızla varoşlaşıyor. (3 Ağustos 2022)

*****

Her ortamın ‘baskın sert erkeği’ olmaya çalışan, erkek olmayı bir üstünlük sebebi sayan, sürekli etrafa tehdit dolu bakışlar atan, kavgadan başka hiçbir şey düşünemeyen, çoğunlukla belinde silahla dolaşan, mafyavari toksik erkekliğin kaçınılmaz sonucu, artık yaşanmaz hale gelen bir toplum hâlidir. Her gün karşılaşılan bu “sert erkekler” yüzünden insanlar sokaklarda rahat yürüyemez oldular. (29 Temmuz 2022)

*****

Ted ya da LinkedIn’de üst düzey yöneticilerin kendi biricik kariyer hikayelerini diğer insanlara ‘başarının tek yolu‘ gibi sunmalarını pek anlayamıyorum. “Benim gittiğim yolu takip edin, siz de başarıya ulaşırsınız” temalı kişisel gelişim kitapları da buna dahil. İnsan yaşamında sayısız değişken var. Her bir değişken bambaşka ihtimaller seti ortaya çıkarıyor. Aynı çevrede ve aynı imkanlarla yetişmiş insanların bile önlerindeki ihtimaller seti birbirinden farklı. Hal böyleyken birinin uyguladığı yöntemlerin diğerlerini de başarıya ulaştırması çok zor ve bu kişisel kariyer hikayelerinin insanlara katacağı pek bir şey yok. (16 Haziran 2022)

*****

Siyasi tartışma programlarına akademik unvanlarla çıkan insanların düzeysizliğini gördükçe bir akademisyen olarak utanıyorum. Akademisyen, siyaset üstü olmalıdır. Akademisyenlik, siyasete/siyasi partilere angaje olarak yapılamaz. Akademisyen, eleştirel olmalıdır. Akademisyenlik, kişisel ikbal kaygılarıyla yapılmaz. Akademisyen, bir amigo gibi siyasi parti savunuculuğu yapamaz. Yaparsa bu akademisyenlik olmaz. (11 Ocak 2022)

*****

Her şeyin evden yapılabilmesini insanlığın ilerlemesi olarak sunan fütüristler insanlık için nasıl bir gelecek tahayyül ediyorlar? Hiçbir şey için dışarı çıkılmayan bir hayat gerçekten güzel bir hayat mı? Bana yaşamın bütün eğlencesi kayboluyor gibi geliyor. (30 Aralık 2021)

*****

Çocukluğumdan beri ne zaman yağmur yağsa mutlu olurum. “Ufak şeylerle mutlu olmak” ifadesindeki “ufak şey”, yağmurun yağışını izlemeye karşılık geliyor benim için. (2 Kasım 2021)

*****

Sosyal medya platformları, takipçi kitlesi ve takip ettikleri sadece kendi gibi düşünen insanlardan oluşan kişilerin nasıl bir alternatif gerçeklik algısı içinde olduğunu görmek için adeta canlı bir laboratuvar. İdeolojik gettoların dışına çıkabilmek lazım. (28 Ekim 2021)

*****

Çocukken gece uyuyamadığım zamanlarda, sanki çok önemli bir toplumsal normu çiğniyormuşum gibi çok büyük bir suçluluk duygusu hissederdim. İnsan, ‘sıra dışı’ gördüğü şeylerin çok olduğu zamanları özlüyor bazen. (13 Mart 2021)

*****

Kolay ulaşılabilen bilgi yekûnu arttıkça, bilgiyi özümsemek için harcanan zaman da azalıyor. Karşımıza çıkan bir makaleyi, videoyu ya da ses dosyasını hızlı hızlı geçiyoruz, çünkü benzerlerinden çok fazla var. Hiçbir şeye hak ettiği zamanı harcayamıyoruz. Hafızamıza çok hızlı giren bilgi, aynı hızla çıkıp gidiyor. Artık hiçbir yeni bilgiyi eskisi gibi kolayca hatırlayamıyoruz. Çok seçenek, özensiz bilgi edinimini ve zihni tembelliği beraberinde getiriyor. (5 Mart 2021)

*****

Korkulanın başa gelmemesi, bazen daha çok korkulanın başa gelmesiyle mümkün olur. (3 Şubat 2021)

*****

Sürekli başka ihtimalleri düşünenler kendi gerçekleriyle mutlu olamazlar. (29 Ocak 2021)

*****

Çok yakını kaybeden bir insanın en çok cebelleştiği his, çevresindeki kimsenin onun yaşadığı yıkımın boyutunu anlayamıyor olmasından kaynaklanan devasa bir yalnızlık hissi. Acının bütün o ağırlığını tek başına yüklenme hissi… Acıyla bir başına kalma hissi… (3 Kasım 2020)

*****

Çocukluktaki o büyük heyecanları hissedememe, zihni gelecek ya da geçmiş zamanın girdaplarında boğma, anın tadını alamama, her şeyi soğukkanlı bir şekilde karşılama, merak duygusunu yitirme… Büyümenin laneti bunlar… (16 Ekim 2020)

*****

Bilgiye ulaşmak kolaylaştıkça zihnimizde depolanan bilgi de oransal olarak azalıyor. Aynı bilgiye tekrar tekrar ulaşma ihtiyacı duyuyoruz. Zihnimiz bilgiyi hiçbir şekilde kaydetmiyor. Zihin tembelliği, günümüz insanının aşması gereken önemli bir sorun. (2 Temmuz 2020)

*****

Zihnin yorulmasının mekânla doğrudan bağlantısı yok. Aylarca dört duvar arasında kalsak bile zihnen yorabiliyoruz. Dolayısıyla zihni dinlendirmek; her mekân, zaman ve durumda ancak zihne söz geçirebilmekle mümkün hale geliyor. (31 Mayıs 2020)

*****

Bir işin en zor safhası, o işi bitirmeye en yakın safhadır. Yolun sonu artık görünür olmuştur, ama insanın o son birkaç adımı atmaya mecali kalmamıştır. (17 Mayıs 2020)

*****

Dışarı olmadan içerinin bir anlamı kalmıyor. Kalabalıklar içine karışmadan bir başına olmanın bir anlamı kalmıyor. Uzaklar olmadan yakınların bir anlamı kalmıyor. Hafta içi olmadan hafta sonunun bir anlamı kalmıyor. Yani her şey zıttıyla anlamlı. (5 Mayıs 2020)

*****

Hiçbir şeye konsantre olamamak bu çağın laneti. (30 Nisan 2020)

*****

Rehavet, başarıya giden yoldaki en büyük engellerden biridir. Tam “bitti bu iş” dediğiniz anda kendinizi yolun başında buluverirsiniz. (26 Nisan 2020)

*****

‘Verimsiz çalışkanlık’ diye bir şey var: Bir işe çok zaman ayırıp, o zamanı kesinlikle etkin ve verimli şekilde kullanamama durumu… Çok çalışmakla ilgili bir sorununuz yok, fakat çok fazla zaman ve emek harcadığınız halde işi asla zamanında bitiremiyorsunuz. (10 Mart 2020)

*****

Her yerden bilgi bombardımanına maruz kaldığımız bu çağ bizlere ‘hiçbir şeyi tam bilememe’ ve ‘bu bilgi dağı karşısında çaresiz kalma’ duygularını yaşatıyor. (15 Şubat 2020)

*****

Moda olan şeylerin önüne geçemezsiniz. Sadece onları ortadan kaldıracak yeni bir şeyin moda olmasını bekleyebilirsiniz. (12 Aralık 2019)

*****

Biz 80’ler ve 90’lar nesilleri tam geçiş dönemine denk gelmenin sıkıntılarını yaşıyoruz. Çocukluğumuza ait ne varsa tedavülden kalkmış nostaljik şeylere dönüşüyor. Çok uzun mazisi olan pek çok şeyin son demlerini görmek bize düştü. Yok olan şeylere “Dur, gitme” diyemiyoruz. Matbu gazete, matbu kitap, matbu dergi ve şu an online olarak yapılmaya başlanan (alışveriş yapmak, sahaf gezmek, oyun oynamak gibi) hemen her şey. Çocukluğumda hayatıma renk katan her şeyin bir dijital ekrana sıkışmasından inanılmaz rahatsızım. (2 Aralık 2019)

*****

Her insan nefes alan bir müzedir. (1 Aralık 2019)

*****

İhmal edilmemesi gereken insanları günlük hayatın koşuşturmasından dolayı ihmal edebiliyor olmanın ağırlığı her şeyden daha dayanılmaz. Bu koşuşturmanın insan zihnini uyuşturan bir tarafı var. Uyuşukluk hali geçene kadar nelerin bu koşuşturmanın dışında kaldığı anlaşılamıyor. (12 Kasım 2019)

*****

Durmadan “Ufak şeylerle mutlu olmayı bilmek lazım” muhabbeti yapanlar, ufak şeylerle mutlu olduğumuzda da “Bu kadar basit bir şeyin nesine seviniyorsun?” diyorlar. (29 Eylül 2019)

*****

Ruh yaşımız bir yerden sonra artmıyor aslında. Sadece çevrenin yaşımızdan bekledikleri değişiyor ve ruhumuzu bu beklentilere uyduruyoruz. (22 Eylül 2019)

*****

Bir şehri sevmek istiyorsanız orada anı biriktirin. (11 Eylül 2019)

*****

Gündelik hayatın koşuşturmasından sürekli şikayet ediyoruz , fakat o koşuşturma beynin gereksiz düşüncelerle meşgul olmaması için baya gerekli aslında. İnsan boş kalmayagörsün, sürekli bir şeyleri dert ediyor. Yoğunluğu her zaman boşluğa tercih ediyorum bu yüzden. (13 Temmuz 2019)

*****

Çocukluğumuzda bayram, tüm programı büyükler tarafından yapılan bir etkinlikti. Hangi bayramlıkların ve hangi çikolataların alınacağından, nereye ve kimlere gidileceğine kadar her şey bizim için birer sürprizdi. Muhtemelen bu bilinmezlik hâli, bayram heyecanının en önemli sebebiydi. Büyüyünce işler değişiyor. Her şeyin kontrolünün bizim elimizde olması, tüm heyecanı alıp götürüyor. Bu, haliyle bayram heyecanını da etkiliyor. Çocukluktaki hiçbir heyecanı bugün hissedemediğimiz gibi, bayram heyecanını da çocukluktaki gibi hissedemiyoruz, hissedemeyeceğiz. (4 Haziran 2019)

*****

Başarmanın hazzı, başaramamanın hüznünden çok daha kısa ve etkisiz oluyor. Bu galiba şundan kaynaklanıyor: Bir işi başarmak için çaba harcarken sondaki zafer anının hayalini o kadar çok kuruyoruz ki, gerçek zafere ulaştığımızda hazzın büyük kısmını tüketmiş oluyoruz. (16 Mayıs 2019)

*****

Altın çok pahalı bir maden olmasına rağmen altın rengine sahip hemen her eşya adeta zevksizliğin ve bayağılığın sembolü. Bu galiba estetiği, salt maddi değerle (ya da maddi değerin görüntüsüyle) ikame etmeye çalışmanın bir sonucu. (1 Mayıs 2019)

*****

Yoğunluk, insan için çoğu zaman olumlu bir şey. Bol zamanda yaptığım hiçbir çalışma beni tatmin etmiyor. Kısıtlı zamanda çok daha iyisini yapabiliyorum. (12 Şubat 2019)

*****

Cuma günü iş yerinden/okuldan ayrılmadan hemen önceki o son 10 dakikanın kendine has bir hazzı var. Tatil gayriresmi olarak başlamış ama Pazartesi için geriye sayım henüz başlamamış. Dışarı çıktığın anda tatilden yemeye başlıyorsun ve o büyü bozuluyor. (1 Şubat 2019)

*****

İnsanlar hep sonucu soruyor: “Okul ne zaman bitiyor?“, “Tez bitti mi?“, “Ne zaman evleniyorsun?“, “Emeklilik ne zaman?” Süreci merak eden yok. Hâlbuki asıl hikâye süreçte. (22 Aralık 2018)

*****

Bugün yaşadığımız her şeyi ileride özleyelim diye yaşıyoruz. (12 Aralık 2018)

*****

Çocukken gece uyuyamadığım zamanlarda, sanki çok önemli bir toplumsal normu çiğniyormuşum gibi çok büyük bir suçluluk duygusu hissederdim. İlk ne zaman sabahladım hatırlamıyorum. Ama hayatımda ‘sıra dışı’ gördüğüm şeylerin çok olduğu o zamanlara dönmeyi çok isterdim. (2 Aralık 2018)

*****

Gece zor gelen bir sorunun, uyku komitesinin girişimiyle sabah çözüldüğü çok görülmüştür.” diyor John Steinbeck. Uykunun kesinlikle zihni sabaha kadar derleyip toparlayan bir yönü var. Çoğu zaman gecenin kaygısı sabaha geçmiş oluyor. (18 Kasım 2018)

*****

Çalışma saatlerimizi asla planladığımız şekilde geçiremediğimiz gibi boş vakitlerimizi de asla planladığımız gibi geçirmiyoruz. (1 Kasım 2018)

*****

İçinde bulunduğumuz çağda kendini rezil ederek meşhur olmanın nitelikli bir iş yaparak meşhur olmaktan daha kolay olduğunu kabullenmemiz gerekiyor artık. Kendini rezil ederek meşhur olanlara bu kadar şaşırmayız en azından. (28 Eylül 2018)

*****

Çalışan döngüsü: Kendi işinden şikayet etmek, başkalarının işlerine özenmek, özenilen işlerin de göründüğü kadar kolay olmadığını o işleri yapanlardan dinlemek, günün sonunda yine şikayet edilen işin bizim için en uygun iş olduğuna ikna olmak… (16 Eylül 2018)

*****

Kötü eser, her zaman reklamını iyi eserden çok daha fazla yaptırabiliyor, çünkü övdüğümüzü paylaşmaktansa yerdiğimizi paylaşmayı tercih ediyoruz. Bir eseri ne kadar yerin dibine soktuğumza ya da ne kadar göklere çıkardığımıza bakılmaksızın paylaştığımız o eser gündem oluyor. Dolayısıyla kural basit: Konuştuğumuz gündem olur. Şimdi karar verelim iyiyi mi, yoksa kötüyü mü konuşacağımıza. (6 Eylül 2018)

*****

Yaşımız ilerledikçe ne istemediğimizi daha iyi anlıyoruz. Ne istediğimizi anlamaya ise bir ömür yetmiyor. (27 Ağustos 2018)

*****

Quentin Tarantino’nun unutulmaz filmi Reservoir Dogs’ta “İşler kızıştığı zaman paniğe kapılmak insanın doğasında vardır” diye bir cümle geçmektedir. Diğer taraftan o işler halledildiğinde, tüm o paniğe kapılma anlarını, stres ve sıkıntıyı bir anda ve hiç olmamışçasına unutmak da insan doğasında vardır. (1 Temmuz 2018)

*****

Türk dizilerinde tüm mesele karakterler arasındaki iletişimsizlikten ve enformasyon eksikliğinden kaynaklanıyor. Birinin bildiğini diğeri bilmiyor. Herkes her şeyi öğrendiğinde de dizi final yapıyor. (24 Nisan 2018)

*****

Bir şeyleri aşırı uçlarda yaşayan insanların savrulması da genelde çok şiddetli oluyor. Bambaşka bir noktaya savruluşunu hayretle izlediğim kişilerin tamamı, bir önceki pozisyonunun en ateşli savunucusuydu. Şimdi ise hepsi yeni pozisyonlarının en önde bayrak sallayanı olma telaşında. (22 Nisan 2018)

*****

Çayın yanına sormadan iki şeker iliştirildiğini günlerden “çay kaşığı getirelim mi abi?” diye sorulduğu günlere geldik. Son birkaç yılda Türkiye’de çay kültürü inanılmaz derecede değişime uğradı. Sırada ise ekmek kültürü var. (13 Nisan 2018)

*****

Sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla insanoğlu kendini sürekli üzüntü halinde bırakacak bir olumsuz/üzücü bilgi bombardımanına tutulmuş vaziyette. Sosyal medyaya baktığı her an, değiştirmeye asla gücünün yetmeyeceği yeni bir olay ya da durumdan haberdar oluyor. Ve bu durum artık insanoğlunun sağlıklı bir ruh haliyle hayatını sürdürebilmesinin önünde bir engel teşkil etmeye başladı. İşin kötüsü insanlık bu durumla nasıl başa çıkacağını da henüz bulabilmiş değil. (25 Mart 2018)

*****

Murat Bardakçı’nın yazısında gördüğüm ve İngilizlere ait olduğunu öğrendiğim söz: “İnsanlar bilmedikleri mevzularda konuşmasalar dünya büyük bir sessizliğe gark olur.” (26 Şubat 2018)

*****

Televizyon dizisi izlemenin en büyük çelişkisi: Bir yandan dizideki bütün meselelerin çözüme kavuşturulduğunu görme isteği, diğer yandan da bütün meseleler çözüme kavuşturulduğunda dizinin sona erecek olması gerçeği. (5 Şubat 2018)

*****

Piyasaya yeni çıkan garip isimli şarkıcıları ilk başta “bu ne biçim tip ya, bunun neyini dinliyorlar” diye yerin dibine gömüp, birkaç ay sonra gizli gizli dinlemeye başlamak kaderimiz olmuş. (29 Aralık 2017)

*****

Murphy’nin belki de en çok can sıkan kanunu: Özensiz ve umursamaz insanların işlerinin, işine titizlenen ve her ayrıntıya önem veren insanların işlerinden daha düzgün ve kusursuz yürümesi. Siz ayrıntıya önem verdikçe ayrıntı elinizde patlar. Ne kadar titizlenirseniz titizlenin, bir şeyler mutlaka ters gider. Öbür yanda bir işi yapılabilecek en düz şekilde yapan kişinin işi kusursuz olur. Aklının ucundan bile geçmeyen ayrıntılar en ufak problem çıkarmaz. (17 Aralık 2017)

*****

Ruh yaşı ile beden yaşının farklı şeyler olmasından daha şaşırtıcı olanı, ruh yaşının sabit olmaması; mekana, duruma ve iletişim kurduğumuz insana göre sürekli değişmesi. Ruh yaşındaki değişimin hızı da mekana, duruma ve iletişimde olduğumuz kişiye göre değişiyor. Sevdiğin insanın dizine yatınca hızla çocuklaşıyorsun. Sevdiğin insanın cenazesine katılınca hızla büyüyorsun, olgunlaşıyorsun, hatta yaşlanıyorsun. (10 Aralık 2017)

*****

Akıllı girişimciler, kentli modern insanın ‘terapi’ niyetine yaptığı pek çok işi değere dönüştürme şansına sahipler. Modern insana “gel çalış” dendiğinde yapmayacağı işleri ‘terapi’ şeklinde pazarlayarak yaptırmak mümkün. Yapılan işin adı ‘terapi’ olduğunda inşaatta da çalıştırılabilirler, bağ bahçede de, atölyede de.  (29 Ekim 2017)

*****

Nuri Bilge Ceylan’ın Kış Uykusu filminde Aydın karakteri “Can sıkıntısı her zaman lüks olarak nitelenebilecek bir şeydir” diyor. Alacağımız her bir nefesin bile sayılı olduğu bu dünya hayatının herhangi bir anını sıkılacak kadar boş geçirmek gerçekten de büyük lüks. (27 Eylül 2017)

*****

En sevilen müzik türü yoktur, değişen ruh hali vardır. (2 Eylül 2017)

*****

İletişim araçlarının henüz gelişmediği zamanlarda gurbette yaşamanın nasıl bir ruh haline karşılık geldiğini tahmin bile edemiyorum. Tam bir uzakta olma hissi, tam bir yalnızlık, tam bir sudan çıkmış balık olma hali… Yan köye gelin gidenlerin ruh halini anlatmak için bile türküler yakılmış vakti zamanında. Bambaşka kıtaları, bambaşka toprakları, bambaşka saat dilimlerini düşünün bir de… (22 Ağustos 2017)

*****

Tiyatroda ‘dalağı düşük olmak‘ diye bir terim var. Rol sırasında her şeye kolayca gülüp rolden çıkan tiyatrocular için kullanılıyor. Terim son zamanlarda tiyatro dışında, genel olarak her şeye kolayca gülebilen kişiler için de kullanılır oldu. Aslında lazımdı böyle bir tanımlama. Fakat bir de herkesin komik bulduğu şeylere gülmeyip, kimsenin komik bulmadığı şeylere gülenler için de bir terim şart. İşte ben o kategorideyim. (19 Ağustos 2017)

*****

İşin garibi Murathan Mungan “biz büyüdük ve kirlendi dünya” dediğinde dünya henüz kirlenmemişti… (5 Ağustos 2017)

*****

Ortalama bir hayata sahip olanlar, ortalama bir hayata sahip olmanın bir lüks olduğunu farketmediklerinden, ortalama hayatlarından şikayet ederler. (28 Temmuz 2017)

*****

TRT’de Ömür Dediğin programını izliyorum. “Kapılardan baktırma Allah’ım” diyor bir yaşlı amcamız. “Benim akranım herkes öldü, benim zamanımdan kimse yaşamıyor artık. Bir başıma kaldım” diye de ekliyor. Bu bizlerin empati kurarak hissedebileceği bir his değil. Bu söz üzerine daha önce düşünmediğimi farkettim. “Kapılardan baktırma Allah’ım“, yani “Kapıdan biri girse de yardım etse, halimi, hatrımı sorsa diye bekleyecek kadar yardıma muhtaç ve bir başıma bırakma Allah’ım“. (18 Haziran 2017)

*****

‘Alışılmış’ mekan ile ‘rahat’ mekan arasında tercih yapacak olsam alışılmış mekanı tercih ederim. Kentsel dönüşüme giren Tarlabaşı, Sulukule gibi yerleri konu alan belgesellerde ahaliye mikrofon uzatıldığında ilk sözlerinin “Biz buranın dışında yaşayamayız” olması da bundan… (16 Haziran 2017)

*****

İnsanın içini en çok da bu dünyadan göçüp gidenlerin henüz yapamadıkları, göremedikleri, söyleyemedikleri, yarım bıraktıkları yakıyor. Mürüvvetini göremediğin evlat, mürüvvetini göremeyen anne ve baba, hep “yaşasaydı daha şunları yapacaktı” fikri… İnsan insanın geleceğine yas tutuyor. (23 Mayıs 2017)

*****

Sosyal medya henüz ortada yokken, fikirlerimizi bu kadar geniş bir kitleye aktarabilmek için konferans, miting ya da TV’de konuşuyor olmamız gerekiyordu. Sosyal medya fikirleri kitlelere iletmeyi hiç olmadığı kadar kolaylaştırdı. İnsanlar en ciddi fikirlerini, söz söylemenin en zor olduğu yerlere saklar. Sözü söylemek bu kadar kolaylaşınca, sözün bir ağırlığı da kalmadı. (8 Mayıs 2017)

*****

Bazıları gözümüzün önünde yaşlanıyor. “Zamana direnilebilse bu direnirdi” diyorum. (29 Nisan 2017)

*****

Ait olmadığın yere, ait olmadığın zamana, ait olmadığın işe, ait olmadığın insana alışılmaz. Sadece idare edilir. (26 Nisan 2017)

*****

Çocukken “büyüyünce ne olmak istiyorsun?” sorusuna verdiğim cevap “boyacılık“tı. Annemle çarşıya çıktığımızda Alanya’da sıvası dökülmüş, şehrin estetiğini bozan evleri hafızama kazırdım ileride boyamak için. (23 Mart 2017)

*****

Ölüm üzerine çok fazla teselli cümlesi var. Fakat insan kolayca teselli olmak istemiyor. Sanki hemen teselli olsak ona ihanet etmişiz gibi. (16 Mart 2017)

*****

Oturduğunuz mekanda “kusura bakmayın, kapatıyoruz” uyarısını duyacak kadar zamanın su gibi aktığı muhabbet ortamlarına ihtiyaç duyuyor insan arada. (10 Mart 2017)

*****

Dünya hızla küçülürken, kendi kişisel dünyalarımız gittikçe büyüyor. Yaşantımız, deneyimlerimiz, beşeri ilişkilerimiz asla fiziksel olarak bulunduğumuz yerle sınırlı kalmıyor. Eskiden böyle miydi? Sadece fiziksel olarak bulunduğumuz yerin meseleleriyle ilgileniyor, sadece çevremizdeki insanlarla iletişim kuruyorduk. Şimdi bütün coğrafyaların dertleriyle dertleniyor, fiziksel olarak hiç bulunmadığımız bir yerdeki meselelere kafa yoruyor, gerçekte hiç görmediğimiz insanlarla kavgalar ediyoruz. (13 Şubat 2017)

*****

Bundan 40 yıl sonra hala hayatta olursak ve hala bir sosyal medya hesabımız olursa, 40 yıldır takip ettiğimiz ve takipleştiğimiz insanlar olacak. Hiç yüzünü görmediğimiz, bir kere olsun karşılıklı oturup konuşamadığımız insanlar… 40 yıldır içinde bulunduğumuz bir sanal çevrede kimin, neye, nasıl tepki vereceğini bileceğiz. Dahası, bu sanal çevre kanaatlerimizi de şekillendirmeye başlayacak bir süre sonra. Gittikçe takipleştiğimiz kişilere benzemeye başlayacağız. Aynı şeylere aynı tepkileri verecek, aynı şeyler için birlikte susacağız. (6 Aralık 2016)

*****

Futboldan zevk almak istiyorsanız normalde tutmadığınız, ama sadece o maç için kazanmasını istediğiniz takımın maçını izlemelisiniz. Öbür türlüsü sıkıntı, stres… Şu ana kadar stadlarda sayısız maç izledim. En çok keyif aldığım maçların (normalde taraftarı olmadığım) Manchester City‘nin maçları olması bu yüzdendir. (2 Aralık 2016)

*****

İçinde bulunduğumuz coğrafya, vatansız kalmanın ne kadar büyük bir felaket olduğunu her yeni gün adeta gözümüzün içine sokuyor. Dolayısıyla vatan sevgisi, aile sevgisi gibi olmak zorunda. Vatansız kalınca ya kendimizin ya ailemizin enkazlar arasından çıkarılma ihtimali var. (7 Ekim 2016)

*****

Başkalarına bir şeyler gösterebilmenin kanalları arttıkça, görüntü özün yerini almaya başladı. Artık birçok şeyi başkalarına gösterebilmek için yapıyoruz. Bir yeri gezerken ilk aklımıza gelen, onu başkalarına nasıl gösterebileceğimiz… Evlenirken, çocuğumuzu severken, dinlenirken, sevindiğimizde, korktuğumuzda, heyecanlandığımızda ilk aklımıza gelen onu başkalarıyla paylaşmak… Anın tadını çıkarma dönemi çoktan bitti. Tadını çıkaramadığımız anı başkalarına gösterme dönemi başladı. (21 Eylül 2016)

*****

Sosyal medya hesabımızı geçici süreliğine kapattığımız zaman, “uzun süredir ortalarda görünmüyorsun” demeye başlıyor insanlar. Ortada görünmek, sosyal medyada görünmeye eşdeğer hale geldi. Artık kendimizi süslü sosyal medya hesaplarımızda başkalarına gösterebildiğimiz ölçüde varız bu hayatta. Yoksa yaşamıyoruz bile… (21 Eylül 2016)

*****

Bir gün yeşil yandığı halde acele etmeyen önümüzdeki ahesteye kızarız, bir gün yeşil yanar yanmaz arkamızdan korna basan aceleciye. Ah bizim şu bitmeyen iç çelişkilerimiz… (14 Temmuz 2016)

*****

Nereye giderseniz gidin, ülkeniz peşinizden gelir. Artık siz orada yaşamasanız da, o sizin içinizde yaşar” diyor ömrünün büyük kısmını ülkesinden çok uzakta, ABD’de geçirmek zorunda kalan Afganistan doğumlu yazar Khaled Hosseini. Ülkesinden uzakta yaşayanlar, başka ülke topraklarını kendi ülkelerine benzetmeye çalışırlar. Oturdukları evi, çalışma ortamlarını, yediklerini, içtiklerini, insan ilişkilerini… Ama ne yapılırsa yapılsın, asla aslı gibi olamaz. Hiçbir yer, insanın kendi ülkesinin yerini tutamaz. Yabancı ülke, üvey anne gibidir. Hiç üvey anne, öz annenin yerini tutar mı? (3 Mayıs 2016)

*****

Genç neslin hızla yozlaştığına tanıklık ediyoruz. Son dönemde bu yozlaşmayı hızlandıran sebeplerden biri ve belki de en önemlisi, zaman ve mekan kavramlarını ortadan kaldıran sosyal medya. İnternet henüz yaygın değilken aile çocuğun bulunduğu zaman ve mekanı denetleyebilmekteydi. İnternetin yaygınlaşmasıyla bu denetim imkansız hale geldi. Çocuk için korkulan “kötü çevre”nin tamamı sosyal medyada mevcut. Çocuk ailenin yanındayken bile o kötü çevreyle etkileşime girebiliyor. (11 Nisan 2016)

*****

Kişinin eğitim seviyesi ne olursa olsun, ileri yaşın kişiye verdiği muazzam bir bilgelik var. (3 Mart 2016)

*****

Bir şehri özlemenin en önemli şartı, o şehirdeki yaşanmışlıklardır. Şehirle aramızdaki duygusal bağın niteliğini, oradaki hatıralar belirler. Hatıralar henüz “hatıra” niteliği kazanmadan bir şehri özleyebileceğiniz aklınıza gelmez. Ama hatıralar biriktikçe anlarız durumu. Üniversite yıllarımın geçtiği Ankara’yı (çoğu kişi sevmese de) tam olarak bu yüzden ben çok özlerim. (09 Şubat 2016)

*****

İnsanın sürekli başka hayatlara özenmesi garip. Daha garip olanı ise hayatına özenilenlerin, hayatına özenenlerin hayatına özenmesi… Bir insanın hayatının kötü yanları kendisine, güzel yanları ise başkasına görünüyor genelde. “Dışı seni, içi beni yakar” sözündeki gibi. O yüzden kendi hayatımızı olduğundan kötü, başkasının hayatını olduğundan güzel görüyoruz. Ama en çok da şükretmeyi unutuyoruz. (18 Ocak 2016)

*****

Sanırım dolu çay bardağının yanımda durmasını, çayı içmekten daha çok seviyorum. Bu yüzden içemeden soğuyor çoğu…  (2 Ocak 2016)

*****

Yakında ölmüş olacağımı bilmek, hayattaki büyük kararları verirken bana en çok yardım eden araç oldu” diyor Steve Jobs. Düşününce, bu dünya hayatının sonsuz olması, ölüm fikrinden daha korkutucu. Bu dünya hayatının geçici olduğunu bilmek çok büyük nimet. Bir gün ölecek olmak insana müthiş bir huzur veriyor. Yoksa bu dünya hayatında kaçırdığımız trenlerin yasını sonsuza kadar tutabilirdik. (24 Aralık 2015)

*****

Yan mahallenin bile uzak sayıldığı günleri özlüyor insan. Anne tembih eder: “Evin önünden fazla uzaklaşma…” (24 Kasım 2015)

*****

Küreselleşme süreci, en çok da derdin, kederin, acının küreselleşmesine karşılık geliyor. Dünyanın her coğrafyasında ayrı keder, hepsi de omuzlarımızda. Asla değiştirmeye gücümüzün yetmeyeceği küresel dertleri takip etmekten ömrümüz çürüyor. İşin kötüsü dertlenmemizin derde dermanı yok. (20 Kasım 2015)

*****

Moda kavramı muazzam bir samimiyetsizlik barındırıyor bünyesinde. Bir dönem sosyetik moda ikonlarının aşağılayıcı gözlerle baktığı her şeyin bir süre sonra ‘moda’ haline gelmesi garip değil mi? Mesela şalvar… Köylülüğün, taşralılığın sembolü şalvar nasıl da Nişantaşı sakinlerinin giysisi oluverdi bir anda. Ya da köylü kasketi, poşu, lastik çizme, Müslüm Gürses şarkıları… Aşağılanma objesinin moda objesine dönüşüm hikayesi, bir ‘kibrin hikayesi’ aynı zamanda. (10 Ekim 2015)

*****

Eksilerek gidiyoruz her sene. Çocukluğumuza ait fotoğraf karesindekiler bir bir ayrılıyor bu dünya hayatından.  O fotoğraf karesi tamken tamlığın değerini bilemiyoruz. Eksilince anlıyoruz. (23 Eylül 2015)

*****

Sevdiğini kaybedenleri teselli etmek için “hayat devam ediyor” diyorsunuz ya. Demeyin… Kaybedilenin ardından hayatın hiçbir şey olmamış gibi devam etmesi zaten asıl acı verici olan… (30 Ağustos 2015)

*****

Sosyal medyanın sebep olduğu en büyük sıkıntı, herkesten ve her şeyden uzaklaşıp bir süre kafamızı dinleme imkanımızı elimizden alması. ‘Her şeyi geride bırakmak’ pek mümkün değil, çünkü sürekli ortalık yerdeyiz. Ortaokul zamanlarımda yazları henüz telefonum, bilgisayarım yokken babannemin yanına giderdim. Annem ve babam dışında kimse ulaşamazdı bana. İşte tam olarak o ‘gözlerden uzak olmalar’a, ‘kimse tarafından ulaşılamamalar’a ihtiyaç duyuyorum. Bir de tabii yaz tatili süresince hiç haber alamadığın sınıf arkadaşlarınla tatil bitiminde okulun ilk günü özlem giderme var işin sonunda. (25 Ağustos 2015)

*****

İdeolojik bağnazlık, insanın düşünme yeteneklerini körelten bir hastalık. İdeolojik bağnazlar, herhangi bir konuda yeni bir düşünce üretmeksizin, yalnızca daha önce düşünülmüşe atıf yaparlar. Herhangi bir ideolojiyi bağnazca savunma şekilleri arşiv memurluğuna benzer. Güncel bir olayla karşılaştıklarında, yalnızca mensubu oldukları ideolojinin düşünürlerinin yıllar önce benzer bir olayla ilgili yaptığı yorumu/değerlendirmeyi esas alırlar. Onlar için yüzlerce yıl önce ideolojileri tarafından söylenmişi gözden geçirmeye bile ihtiyaç yoktur. (19 Ağustos 2015)

*****

Enformasyon çağında değil dezenformasyon çağında yaşıyoruz. Bugün gelinen noktada dezenformasyon, enformasyondan daha hızlı yayılıyor. Enformasyon, dezenformasyona yenik düşüyor. Böyle bir çağa ‘enformasyon çağı’ denebilir mi? (27 Mayıs 2015)

*****

Çocukluğumda zenginliğin göstergesi Magnum dondurmaydı. Ne ulaşılmaz bir şeydi öyle. Eldeki harçlık sadece Max dondurmaya yetiyordu. Ondan da pek bir tat alamıyorduk zaten. ‘Bedava Max çubuğu’nu bulmak, dondurmanın tadına varmanın önüne geçiyordu çünkü. Canımız her istediğinde Magnum alabilecek noktaya geldikten sonra işin büyüsü kayboldu tabii. Kolay ulaşılabilen her şey büyüsünü yitirmiyor mu zaten? (22 Nisan 2015)

*****

Annenin ölümü çocuk için ‘kişisel kıyamet‘. İçinden çıktığın bedenle arana bir parça toprak set çekiyor. (17 Mart 2015)

*****

Hastanelerin onkoloji bölümlerinde onlarca hastanın aynı anda kemoterapiye girdiği o büyük salon… Kelimelerle anlatılacak bir yer değil. Olay, hemşirelerin yaptıklarıyla sınırlı. Fakat durum, Anton Çehov’a ciltlerce kitap yazdıracak kadar derin, yoğun ve anlamlı. Bazılarımız “sebepsiz yere depresif takılma lüksü”ne sahip değil. Reel dertleri var. O yüzden şükretmeyi bilmek lazım. (13 Mart 2015)

*****

Hayatta hiçbir başarı elde etmemiş insanların yazdığı kişisel gelişim kitaplarının bu kadar satılması günümüz dünyasının en büyük ironisi. Toplumsal statü odaklı tek tip bir başarı tanımı ve bu tek tip başarı tanımına ulaşamayanların “başarısız insan” olarak adlandırılması… 
İnsanın maddeciliğe, günlük hazlara ve dizginlenemez hırslara kendini bu kadar kaptırması bence başarı değil başarısızlıktır, kaybediştir. (10 Mart 2015)

*****

Belli yaşa kadar sokaktaki insandan farklı olduğumuzu, ileride mutlaka fark yaratacağımızı, herkesin imrendiği kişi olacağımızı sanıyoruz. Belli bir yaştan sonra da tam aksine sokaktaki insan gibi evli, çocuklu, huzurlu olmaya çalışıyoruz. Yaş ilerledikçe hayaller küçülüyor. Büyümek, sınırlarımızın farkına varıp o sınırları asla aşamayacağımızı zorla da olsa kabullenmek anlamına geliyor. (5 Mart 2015)

*****

Lisedeyken kitap yazmaya karar verip yaklaşık 120 sayfa yazmıştım. Cahil cesareti mi demeli, gereksiz bir özgüven mi demeli bilmiyorum. Şimdilerde kısa bir köşe yazısı yazarken bile kırk kere düşünüyorum “acaba o konuda yazacak kadar yetkin miyim” diye. O 120 sayfa hala harici belleğimde kayıtlı duruyor. Ve tabii ki yazdıklarım pek bir şeye benzemiyor. (4 Mart 2015)

*****

Türkiye’de siyasi partilere, ideolojilere, dini ya da siyasi gruplara en çok zararı bizzat kendi taraftarları/destekçileri veriyor. Çok katıldığım bir söz var: “Bir fikre, bir değere, bir kuruma, bir davaya zarar vermek istiyorsan ona karşı güzel argümanlar üretme, onu kötü savun” (1 Mart 2015)

*****

Hayatımın en büyük ikilemlerinden biri kitaplarımın altını çizip çizmeme meselesi… (7 Şubat 2015)

*****

Kaybedenler Kulübü filmindeki o muhteşem replik: “En büyük zafere bile ulaştıktan sonra ‘ne oldu be, peki şimdi ne olacak?’ diyorsan kaybedensin.”
Bu replik bana Alain De Botton‘ın Status Anxiety (Statü Endişesi) kitabını hatırlattı.
Modern hayata en çok lanet edenlerimiz bile son tahlilde modern hayatın birer esiri. Aşamıyoruz toplumun statü/itibar kriterlerini…
Bizzat kendim toplumun itibar/statü kriterlerini hiçe saymayı başarabilseydim akademisyen değil, bir dağ köyünde çiftçi olmak isterdim. Bu “lanet olsun modern hayata” muhabbeti bile modern hayatın bir parçası. Modern hayata lanet okuma seanslarımızda sadece durumun farkında olduğumuzu gösteriyoruz ama o durumu kesinlikle aşamıyoruz. (10 Ocak 2015)

*****

Ders çalışmaya oturmakla ders çalışmak arasındaki fark, alışveriş merkezine gitmekle alışveriş yapmak arasındaki fark gibidir. (19 Aralık 2014)

*****

Otogar ve stadyum gibi yerlerde seyyar satıcıların kova ya da leğen içinde sattığı o dandik lahmacunlar ne güzel gelir insana. Çocukken Alanyaspor maçlarında stadyumdaki lahmacunlardan alabilmek için maç başladıktan sonra tellerden tırmanıp maça girmeye çalışırdık. Cebimizdeki parayla ya maç izlenebilirdi ya da lahmacun alınabilirdi. 20. dakikadan sonra telden tırmanınca maça para vermemiş oluyorduk. Böylece cepteki tüm parayı kovada satılan o lahmacunlara harcıyorduk. Şimdi en lüks restaurantlarda, yanında türlü mezelerle yediğimiz lahmacunlardan, onların tadını alamıyoruz nedense…. (10 Aralık 2014)

*****

Eskiden internetin yaygın olmadığı zamanlarda radyo başında sevdiğimiz şarkının çıkmasını beklerdik. Bazen sonuna yetişirdik şarkının. Canımızın istediği şarkıyı istediğimiz an dinleme diye bir şey yoktu. Sevdiğimiz şarkı çıkınca nasıl dikkat kesilirdik şarkıya.
Şimdi istediğimiz şarkıya o kadar kolay ulaşıyoruz ki, bir anda tüketiliyor şarkı. Bir hafta sonraya listemizden çıkıyor. Eski 45’liklerin, Barış Manço, Cem Karaca gibi sanatçıların ya da 90’lardaki şarkıların hemen tüketilmemiş olmasında da bu yatıyor sanırım. (19 Kasım 2014)

*****

Pazar günlerinde hep bir kasvet, bir ağırlık, bir huzursuzluk, bir sıkıntı hali var. Pazar akşamları ya bir yerden dönüşü ya da bir bitişi temsil eder: Piknikten, başka şehirden, tatilden dönüşü; tatilin, yıllık iznin bitişini… Çocukken Bizimkiler dizisini, sırf Pazar günleri yayınlandığı için sevmezdim. Aslında ben Pazar günleri yayınlanan hiçbir şeyi sevemedim.  (9 Kasım 2014)

*****

Yemek için en uygun zamanı kollarken yemeye kıyamadığım için bozulmasına engel olamayıp çöpe atmak zorunda kaldığım yiyecekler var. Çok acı… (27 Ekim 2014)

search previous next tag category expand menu location phone mail time cart zoom edit close